merhaba

sanata, bilime, dayanışmaya, emekten yana siyasete ve sevdaya dair paylaşımlarla bilginin ve deneyimlerin örgütlenmesi çabasıdır "insanın" yolculuğu...

16 Nisan 2013 Salı

Axel: Ölüler Böyle İçer

Axel: Ölüler Böyle İçer: "Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. iyi işleri olan sin...

15 Nisan 2013 Pazartesi

O 348 sinemacıyla helal olsun – Mehveş Evin (Milliyet)

http://www.sendika.org/2013/04/o-348-sinemaciyla-helal-olsun-mehves-evin-milliyet/


14 Nisan 2013

Emek Sineması’nın yıkımını ve protestoya devletin müdahale etme şeklini eleştiren çağrı metnine imza atan her sinemacıya tek tek teşekkür eder, medya adına özür dilerim
Geçen hafta tam 348 sinemacı bir araya geldi, Emek Sineması’nda yıkımı durdurmak için ortak bir metne imza attı… Mektup, Kültür Bakanı’ndan Çalışma Bakanı’na, tüm yetkililere hitaben yazıldı. Herhangi bir ülkede bu kadar çok sanatçının, herhangi nedenle bir araya gelmesi, büyük haberdir.

Hele bu çağrı, kültürel, tarihi, manevi bir değerin korunması içinse… Türkiye gibi ünlüleri çok seven bir medyada ‘normalde’ böyle bir haber, sürmanşetten verilir. İmza atan liste, eksiksiz yayımlanır. En popüler isimlerin resimleriyle 1. sayfa renklendirilir. Ama öyle olmadı! Çarşamba günkü gazetelere göz gezdirirken, acaba ben mi atladım diye boşuna arandım. Bazı gazeteler, kısaca habere yer vermişti. İsimler kırpılmış, gazeteci diliyle haber saklanmıştı. İnternet sitelerinin dışında imza atan isimlerin tam listesi yayımlanmadı.
İllegal örgütler!

Bir zamanlar gazeteler, yazamadıkları haberleri yabancı haber kaynaklarından alıp yayınlama çaresine başvururdu. Bu da olmadı. Emek çağrısı ve protestoları, BBC ve Wall Street Journal’e haber oldu. Fakat bizim medyamızda hak ettiği yeri bulmadı, bulamıyor.
Ha, polis kamerasından servis edilen görüntüleri yayınlamayı biliyorlar ama! Acaba neden? Devlet yetkililerin söylemi, medyadaki suskunluğunu açıklıyor: Kültür Bakanı Ömer Çelik, “Birtakım gruplar, sanatçılarla bakanlığı karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Türkiye’nin eski bir alışkanlığı olan slogan atma yolunu tercih edenlere asla prim vermem” dedi.
İçişleri Bakanı Muammer Güler, “Eylemcilerin arasına illegal örgütler karıştı” ifadesini kullandı…

İllegal örgütlerin ne olduğu, kimlerden oluştuğu hâlâ belirsiz. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’se, sanatçıların yaptığı eylemin, başta DHKP-C olmak üzere, Halkevleri ve bazı marjinal gruplar tarafından sabote edildiğini söyledi…
Kısacası Emek Sineması için sokakta toplananlar, bir çırpıda marjinal ve illegal yapılıverdi! Cici sinemacılar, birtakım teröristlerin oyununa gelmiş havaları yaratıldı.
Slogan atmanın nesi suç?

Kültür Bakanı’nın açıklamasındaki orijinalliğe ayrıca dikkat çekeyim: “Slogan atmak, Türkiye’nin eski bir alışkanlığı”ymış!
Kusura bakmasın da slogan atmanın nesi alışkanlık, nesi yanlış? İfade özgürlüğünün olduğunu iddia eden bir ülkenin Kültür Bakanı, nasıl böyle sözler edebilir?
Devletin bu tavrına rağmen Emek Sevgi’dir metnine imza atan bütün sinemacılara canı gönülden teşekkür ederim.


Cem Yılmaz için geçen Emek yazımda “Neden orada değildi?” demiştim, haksızlık etmişim. Mektubu imzalayanların arasında o da var. Yılmaz Erdoğan’sa Akil’liğini korumak için olsa gerek, imzalamamış metni. Belçim Hanım, aileyi temsilen listede.
Benim için manzara net: O listede adı olan her isimle, her sinemacıyla gurur duyuyorum. Gerçek ‘emekçi’nin kim olduğunu dünya aleme gösterdiler.

12 Nisan 2013 Cuma

ÖFKELİYİZ !!!



"...
ÖFKELİYİZ !!!
kuruluş ve varoluş nedenlerini emekten ve emekçilerden yana olduğu söyleyen sendikalara, partilere, odalara, kurumlara, kişilere,
...
ÖFKELİYİZ !!!!
denetim yapması gerekeni de, daha fazla kâr için işçi hayatını önemsiz geren işvereni de layıkıyla soruşturup yargılamayanlara,..."

07 nisan 2013 vicdan ve adalet nöbeti/ istanbul

11 Nisan 2013 Perşembe

Damocracy belgeseli

http://damocracy.org/?portfolio=damocracy-turkce-fragman

"Amazon ve Hasankeyf’in ortak hikayesinden yola çıkarak büyük barajların iddia edildiği gibi ‘temiz’ enerji olmadığını ortaya koyuyor.


Kanadalı yönetmen Todd Southgate, dünyanın en çok tartışılan iki baraj projesi olan Brezilya’daki Belo Monte ve Türkiye’deki Ilısu’yu konu alan bir belgesel hazırladı. Southgate, ilk yolculuğunu Brezilya’nın görkemli Amazon ormanlarına, yerli kabilelerin yaşadığı bölgelere yaptı. Oradan Türkiye’ye gelen yönetmen, Hasankeyf başta olmak üzere Mezopotamya’nın bereketli ovaları ve derin vadilerine giderek yaşamları baraj projeleriyle tehdit altında olan ve bu barajlara karşı mücadele veren yerel halklarla, bunun yanı sıra sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve avukatlarla görüştü.

Bu belgesel, Dicle ve Xingu (Şingu) nehirlerinin beslediği topraklarda binlerce yıldır varlığını koruyan yerel halkların, kültürlerin ve yaban hayatının barajlarla nasıl yok edileceğini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda, gezegenimizin akciğerleri olan Amazon’u ve medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya’yı yok edecek barajların ‘temiz’ enerji adı altında iklim değişikliğine çözüm olarak sunulmasını da eleştiriyor."

10 Nisan 2013 Çarşamba

madencininsesi: ÖFKELİYİZ !!!!

madencininsesi: ÖFKELİYİZ !!!!: bilmezsiniz ki tek başına bir bakış mıdır                 kapılarda asılı duran bu gözler siz bilmezsiniz ki               ...

6 Nisan 2013 Cumartesi

madencininsesi: TEKELCİ SERMAYE TERÖRÜ

madencininsesi: TEKELCİ SERMAYE TERÖRÜ: 11 Eylül İkiz Kule olayı sonrası tüm dünyada ‘terör’ öncelikli gündem maddesi yapıldı. ABD’nin de zorlamasıyla terörle yatıp, terörle kal...

an’ı ve anlamı örgütlemek



bir yazımda içinde bulunduğumuz koşulları 'çağdaş kölelik düzeni' olarak tanımlamıştım.

kölelik koşullarında yaşayan ve zincirlerini kırmak için özgürlük savaşımı veren, dolayısıyla yaşadığı an'ın bilgisiyle geleceği kurgulayan insanlar olarak düşüncelerimizi, yaşananlara, an'a verdiğimiz anlamı örgütlememiz gerekiyor bence.

çünkü olumsuzluk olarak algıladığımız ve tanımladığımız şeyleri ortaya çıkaran süreçlerin yaratıcıları üretimden sanata, bilimden spora, eğlenceden hüzüne tüm somut ve soyut algılamalarımızı yağmalamakta, sömürünün, köleliğin, gericiliğin sürmesi için yeniden üretmektedirler.
bu yüzden bizim de geçmişin deneyimlerinden yola çıkarak an'ı değerlendirmemiz ve geleceği kurgulamamız gerekmektedir.

kölelik koşullarında yaşamaya zorlasalar, her türlü zor aracını kullansalar ve fiziki olarak ele geçirmiş gibi görünseler de; köle olmak istemeyen insanları kimse köleleştiremez. ancak kölelik koşullarına itiraz ve bu koşulları yerle bir edip daha özgür, daha demokratik, daha eşitlikçi, daha barışçı, daha romantik, daha insancıl… bir yaşam için bir damla olmak, bu damlaların günün birinde birleşerek faşist ekonomik diktatörlükleri yıkacak sele dönüşeceğini bilmek gerekiyor.

bize sunulanla yetinmeden, başımızı emme basma tulumba gibi sallayarak, alkışlayarak irademizi üç beş sermaye sözcüsüne, iktidarını faşist yöntemlerle ayakta tutanlara teslim etmeden; emek-demokrasi-barış-özgürlük-sevda...karşıtlarına HAYIR diyebilmenin onurunu korumak ve örgütlemek...

salim çalık


3 Nisan 2013 Çarşamba

akil insanlar (mı)

kamu güvenliği müsteşarlığı bünyesinde görevlendirilen akil insanlar için başbakan yardımcısı bülent arınç;
 "…Orada Türkiye'nin geldiği noktayı, çözüm sürecini, başını, ortasını, sonunu ve kendilerinden rica ettiğimiz, beklediğimiz katkıları zannediyorum Sayın Başbakanımız bu değerli insanlara sunmuş olacak. Ondan sonra da mümkünse bir aylık bir çalışmayla Türkiye'nin tüm bölgelerinde çözüm sürecini tanıtıcı ve halkımızın bu süreç konusunda bilgilendirilmesini, aydınlatılmasını amaçlayan bir çalışmayı yapacaklar. Bunun Türkiye için çok faydalı ve yararlı olacağını düşünüyorum ve şimdiden o arkadaşlarımıza başarılar diliyorum…"
diyor. benzer cümleleri geçtiğimiz günlerde kanal D'de konuşan tayyip erdoğan'da etmişti.

şu an kafama takılan iki şey var;

1) bu akil insanlar nasıl olur da kamu güvenliği müsteşarlığı'na bağlı, bir alt organ gibi çalışmayı kabul ettiler. kürt sorunu gibi önemli bir konuda görev yapacaklarını sanan bu insanlar -kamu güvenliği müsteşarlığı'na bağlı olarak- görev almakla devletin (daha doğrusu iktidarın) memuru durumuna düşmüyorlar mı? ayrıca on yıllardır kürt sorununu güvenlik sorununa indirgeyen devlet bakışı akil insanların kamu güvenliği müsteşarlığı bünyesinde görevlendirilmesiyle bir kez daha yinelenmiş olmuyor mu?

2) akp'nin ilk yıllarında başta türban ve seçilmiş iktidarların meşruiyeti vb. konularda akp'nin elini güçlendiren, herkes için demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik söylemleriyle dinci medya kanalları da dahil birçok kanalda konuşturulan, gazete yazması sağlanan gazeteci, akademisyen, yazar ve çizerler bugün neredeler? birçok (ünlü) gazeteci, yazar, akademisyen neden tv.lerden, gazetelerden kovuldu? korkarım bugünkü akil insanları da aynı son bekliyor.

bir tutarsızlık da; 1 ay boyunca tayyip erdoğan'ın çizdiği çözüm süreci politikalarını halka anlatacaklar. deyim yerindeyse iktidarın propagandistleri gibi dolaşacaklar. yani başbakan ve yardımcılarının açıklamalarına bakarsak, akil insanlar daha en baştan bağımsızlıklarını teslim edecekler. bunu kabul etmeleri ak-il tutulması olarak açıklanabilir...

bdp başta olmak üzere diğer partilerin karşı çıktığı, görüş ve önerilerinin alınmadığı da dikkate alındığında; bunlar nasıl bir akil insanlar grubudur ki, "biz türkiye'nin en önemli sorununu çözmek için üzerimize düşeni yaparız. fakat diğer siyasi parti ve örgütlerin de dikkate alınması, bu grupta temsil edilmeleri gerekir" diyemiyorlar, demiyorlar...?

izleyip göreceğiz...

2 Nisan 2013 Salı

mektup (aşan bilir)



parmakizi

I
Düşlerinde 
Bir
İz olsun diye
Gözlerini okşadım

II
Parmakizlerimi
Bırakıyorum
                        sana
bir de
düşle karışık anıları

                31.7.1996
               salim çalık

1 Nisan 2013 Pazartesi

MEKTUP 3





            özlemin kötü huylu bir ur gibi oturdu yüreğime.  şimdi ellerinin değdiği yerleri seviyorum. saatleri sayıyorum geleceğini bilmenin ve beklemenin telaşıyla.  saatin akrebi beklemekle geçen zamanları zehirliyor senin geleceğin ana kadar.  şimdi severek baktığın, konuştuğun, sularını bardakla sunduğun çiçeklere bakıyorum heyecanla.  hepsinde senden bir iz bulacağımı umarak dolaşıyorum tek tek.  selamlıyorum senin gibi. ve senin gibi suluyorum mutlu olacağını bilerek...

            şimdi geriye sarıp anılarımı seninle karşılaşmamızı, bahçelerde gizli gizli buluşmalarımızı canlandırıyorum. çocuktuk...çocuk yalınlığımızla çıktığımız yolda büyüttük birbirimizi ve kızımızı. kızımız da bizi.  ve öğrendiklerimize kendimizden kattıklarımızla öğretmeye başladık sevdayı...yaşamı.
 
            çok özlemler yaşadık.  ve zerresi yıllara bedel birliktelikler.
özlemin kötü huylu bir ur gibi oturdu yüreğime.  şimdi gözlerini düşünerek bakıyorum yollara. senin beni beklediğin gibi bekliyorum seni.  “gözleri yatırıp uzaklara” susuz bir toprak gibi bekliyorum seni...senin gözlerinle bakıyorum gelinlik bir kız gibi çiçeklenmiş doğaya.  tüm beyazları toplayarak ağartıyorum yokluğunun karasını.  sarı ve kırmızılarla  “seni seviyorum”  yazıyorum evimiz karşısındaki dağlara.  ve bu mevsimde söylenebilecek en güzel şiirlerden birini söylüyorum senin için, senin geleceğin yollara. 
            “dağlarına bahar gelmiş memleketimin”

            seni her düşünüşümde birbirimize öğrettiklerimizi gözden geçiriyorum. herkesin gözü önünde ve yaşımızın üzerinde bir bilgelikle yaşamımızdan damıttığımız yıllarımızı düşünüyorum. rastlantıyla bulduğum elbiseme yapışmış bir tel saçını aylarca sakladığım Menemen günlerimi.  aramızdaki yüzlerce kilometreyi santime indirgeyen mektuplarımızı, telefonlarımızı ve düşlerimizi düşündüm. beklenilmeyeni gerçekleştirmemizin gönenciyle bağırdım. “nelere nelere baskın gelmez ki seni düşünmenin tadı !”

            çıkıp geleceksin. biliyorum.  ve geleceğini bilmenin coşkusuyla gülüşlerinden yapraklar yapıyorum yolunun üzerindeki çıplak ağaçlara.  kıyıda köşede kalmış acılarla savaşmak için sana ilk kez “seni seviyorum” dediğim günü kuşanıyorum.  ve heyecandan patlamaya hazır yüreğimi sürüyorum en kötü olasılıkların orta yerine.  biliyorum.  çıkıp geleceksin...doğanın verdiği yaratıcılıkla avuçlarında daha da büyüttüğün sevdayla...sevdamızla...
            özlemin kötü huylu bir ur gibi oturdu yüreğime.

                        DESTAN  2

bir şelale gibi döküp saçlarını omuzlarına
çağıran sağanaklarınla ıslatırsın beni
coşkun dalgaların kıyılarımda
arzuyla bakan gözlerin yangınlara salar beni
çağırta çağırta kendini

24.01.1998    Menemen
salim çalık