merhaba

sanata, bilime, dayanışmaya, emekten yana siyasete ve sevdaya dair paylaşımlarla bilginin ve deneyimlerin örgütlenmesi çabasıdır "insanın" yolculuğu...

28 Ağustos 2015 Cuma

çocuklarımız ölüyor/ kentler yangın yeri


bu ülkede 100'e yakın bölge "özel güvenlik bölgesi" ilan edildi.
bu ülkede milletvekillerinin giremediği bölgeler var.
bu ülkede günlerdir elektriği kesik, haberleşme araçlarının çalışmadığı bölgeler var.
bu ülkede gazetecilerin giremediği bölgeler var.
bu ülkede çocuklar ölüyor...
bu ülkede köyler boşaltılmaya başlandı...
yaşı yetenlerin 90'lara benzettiği bir durum yaşanıyor....

2007'den sonra yaşanan süreç, rahatlama ve görüşmeler boyunca şunları duymadık mı?
"90'lı yıllarda büyük yanlışlar yapıldı"
"90'lı yıllarda 17 bin dolayında faili meçhul yaşandı"

hatta bülent arınç daha da "ileri" gidip; "diyarbakır cezaevinde yaşananları ben yaşasaydım, ben de dağa çıkardım" (mealen) dedi.
olağanüstü hali kaldırmakla övünenler, bugün "özel güvenlik bölgesi" ilanıyla ohal'i geri getirmiş olmadılar mı?
90'lı yıllarda susanlar 2000'li yıllarda utanarak "yanlış yaptık" demediler mi?
çözüm sürecinin neden bittiğini açıklayan yok. 7 haziran'dan sonra neden çatışmaların başladığını- yoğunlaştığını açıklayan yok.
varsa yoksa hükümet çalışmaları, görüşmeler vs. yahu insanlarımız ölüyor, çocuklarımız ölüyor; kentlerimiz yangın yeri... meclis tatilde...

iktidar olmayan bir yetkisiz hükümet olayları izliyor. meclisi olağanüstü toplantıya çağırıp "ne yapacağız?" diye soran yok.
herkes taraf yapılmaya, siyasi dolgu malzemesine dönüştürülmeye çalışılıyor.

bu ülkenin hangi yurttaşının canı bir iktidardan daha değersiz... hangi önemli iş bu çatışmalardan daha öncelikli...
çocuklar ölüyor, gençler ölüyor, kentler yangın yeri... ana- babalar tedirgin... bütün haberler ölüm haberi gibi bekleyenlere...

suriye tezkeresi'ni 2 ay öncesinden düşünen hükümet ve muktedir, ülkemizdeki yangının üzerine 90'lı yılların yanlışlarıyla gidiyor. ilk başta yazdıklarımı düşünün derim. bugün susanlar, bugün yanlışı savunanlar 90'lardaki benzerlerinin duruma düşecekler ve 10 yıla kalmadan utana sıkıla özür dileyecekler... ancak halk 90'lı yıllardaki gibi değil, koşullarda...

salim çalık

22 Ağustos 2015 Cumartesi

90'lı yılları arayabiliriz...


7 haziran öncesinde muktedir şöyle demişti; "400 milletvekili verin bu iş huzur içinde çözülsün...

geçtiğimiz günlerde sağlık bakanı; "10 ağustos 2014'te cumhurbaşkanı yerine başkan seçseydik bu yaşadıklarımızı yaşamazdık..."

sonra operasyonlar, çatışmalar, ölümler... ve tv.lerde yorumcu diye konuşturulan mezar soyguncuları; "operasyonlar sürdükçe akp'nin oyları artıyor..." dediler...

bunlara bir de koalisyon tiyatrosunun eklenmesiyle sorunlarımızı göremez, tartışamaz, hatta olup bitenleri bir araya getirip değerlendiremez duruma getirildik... evet ölümlerin ülkenin her köşesini yaktığı bir dönemde tüm sorunlar önceliğini yitirir, bu kaçınılmaz ve doğal...

fakat ne oldu da 7 hazirandan sonra 2 yıldır sürdürülen görüşmeler yapılmamış gibi davranıldı? ne oldu da "analar ağlamasın" denilerek başlatılan süreç, ülkenin tüm analarını ağlatmayı göze alacak kadar kör bir noktaya getirildi...?

düne kadar aynı masa etrafında oturanlar, bu görüşmeleri olumlu ve yerinde bulanlar ne oldu da, göz göze gelemeyecek kadar nefret ve öfkeye kapıldılar?

günden güne yükselen kin ve düşmanlık dili ve çatışmalara ilişkin yaklaşımlar 90'lı yıllara benziyor, bu doğru. fakat düne kadar yan yana oturabilenler, komşuluk, arkadaşlık yapanlar birbirlerine katlanamaz noktaya, hatta birbirlerinin ölülerine sevinmeye başladılarsa (ki çokça örneği var) içinden geçtiğimiz çatışma durumu 90'lı yılları aştığımızı da göstermektedir...

adını ne koyarsanız koyun bu savaşın kazananı olmayacak... aynı ülkede yaşayan insanlar olarak, bu birlikteliği sürdürmeyi, birlikte yaşamayı düşünüyorsak gelecek on yılları, yüzyılları da düşünmek zorundayız. yani iki ayrı ülkenin savaşında savaş bitince herkes sınırlarının içine çekilir, fakat aynı ülkenin insanları böylesine şiddetli bir çatışma ve bu kadar ölümden sonra birlikte yaşamakta zorlanır...

kürt sorunu'nda yalnızca pkk dönemini bile dikkate alsak, 30 yılı aşkın bir süre silahlı mücadelenin sonuç vermediğini anlamak için yeterli olmalıydı... hatta akp kürt sorunu'na ilişkin ilk adımlarını da bu çözümsüzlüğü dile getirerek attı, toplum da %70'i aşan oranda destek verdi...

çatışmalar üzerinden örgütlenme ve oy devşirme yoluna girenler ölümleri yüceltiyorlar... taraflar ölü sayılarıyla psikolojik savaşı da elden bırakmıyorlar. oysa 7 haziran öncesine dönülebilse, birlikte yaşama zorunluluğu ve gerekliliği kavranabilse, barışa değer verilse sorun çözüme doğru evrilebilecek... ve gencecik evlatlarımız siyasete kurban gitmeyecek, analar evlat acısıyla yaşarken öldürülmeyecek...


herşey iktidar ve başkanlık için mi? herşey sahip olunan konumu güçlendirmek, bulunulan yerden bir adım geri atmamak için mi? iktidar ve güç için insanların kurban edilmesine değer mi? değer deniliyorsa, ölümler yüceltiliyorsa savaşı başlatan ve sürdüren herkese çağrımdır; bu savaşı anlamlı, doğru, gerekli ve kutsal buluyorsanız çocuklarınızı gönderin çatışma bölgelerine, hatta kendiniz gidin...

bugüne kadar ölen 40 bin'den fazla insan... eğer kısa zamanda doğru bir adım atılmazsa; barıştan, özgürlükten, adaletten, emekten, birlikte yaşamaktan yana olanlar güçlü bir karşı çıkış gerçekleştiremezse çok daha kanlı bir süreç başlayabilir. üstelik birlikte yaşama olanağı da ortadan kalkabilir... yoksulların, kendilerinden olmayanların ölümlerini ciddiye almayanları da, hatta ölümleri iktidar mücadelesinin, konumlarını korumanın ("kutsal davalarının") maliyeti olarak görenleri durdurmanın tek yolu ölenlerin, ölüme sürülenlerin barışı, yaşamı savunmalarından geçmektedir...

pkk'nin elini tetikten çekmesi; akp'nin de başkanlık, tek başına iktidar hırsıyla mhp'nin oylarını almak, hdp'yi baraj altına itmek için girdiği yoldan vazgeçip, 7 haziran öncesi duruma geri dönmesi ve sorunu meclis'e taşıması zorunluluktur... "düz ovada" siyaset önerenler, daha fazla insan ölmeden, anaları daha fazla ağlatmadan meclis'te çözüm üretmeli, kardeş kavgasına varma potansiyeli günden güne artan bu çatışmaları durdurmalıdır...
  
salim çalık

unutmadık mı/ unuttuk !

unutmadık mı?
(çok az sayıdaki duyarlı insan hariç)

yıldönümlerinde birkaç satır yazı veya resimle, görev savmaktan öteye geçmeyen eylem ve sloganla unutmamış mı oluruz...?

bugüne kadar unutmamamız gerektiği halde unuttuklarımızı anımsıyor muyuz? hani unutmaktan kastım tümüyle belleğimizden silinmesi değil, gereğini yapıp yapmadığımız biçiminde bir ölçüt...kendimizi avutuyoruz sanırım...kendi yaşamım süresince gördüklerim, okuduklarım, duyduklarım üzerinden bakınca çok şeyi unuttuğumuzu görüyorum...

armutçuk,
yeniçeltek,
uğur mumcu,
bahriye üçok,
turan dursun,
musa anter,
muammer aksoy,
madımak, gazi,
susurluk,
17 ağustos,
12 kasım,
hayata dönüş,
zirve yayınevi,
rahip santaro,
hrant dink,
mustafakemalpaşa,
dursunbeyli,
uludere (roboski),
soma,
ermenek
......

yakın zamanlarda yıldönümleri dışında bunlar üzerine bir tv.de, gazetede, sosyal medyada bir yazı gördünüz mü...? ben görmedim...

yani o kadar çok şeyi unutuyoruz ki...elbette unutmak bir savunma mekanizması... yoksa insanın çıldırmaması elde değil... fakat unutmak ve bunlar üzerine kafa yormamak, yenilerini yaşamamak için görünür kılmamak, söz söylememek başka bir çıldırma durumu değil mi?

unuttuk...
bir de önceliğimiz olmadığı için görmezden geldiklerimiz veya tümüyle unuttuklarımız var...

salim çal

konuşamıyoruz bari düşünelim


bir kısmımız sayaç olduk, ölüleri sayıyoruz.. ölenin kimliğine bakıp, seviniyor veya üzülüyoruz...

bir kısmımız taraftar olduk. yaşamında hiçbir değişiklik olmamış gibi tuttuğumuzu bırakmayı düşünmüyoruz...

bir kısmımız insanlıktan çıktık, en basit insani, ahlaki, dini, kültürel kuralları anımsatanları taşlıyoruz...

bir kısmımız koyun olduk, çobanın ve sürünün işaretiyle, sürünün içindekine birşey olmaz cehaletiyle yaşıyor gibi yapıyoruz...

ülke 90'lara döndü diyorlar ya; 70'lere çevirmeye çalışıyorlar...insanlar ölüyor... en çok da gençler.
ağıtların hangi dilde olduğuna değil, nedenlerine bakmamızı engellemeye çalışıyorlar...

savaşın nedenlerini ve barışı düşünmediğimiz için;
iş cinayetlerini konuşamıyoruz
kadın cinayetlerini konuşamıyoruz
tırmanışa geçen çocuk işçiliğini, kayıtdışı çalışmayı konuşamıyoruz
anayasa'yı bana uydurun diyen muktedirin darbesini konuşamıyoruz
ekonomik krize doğru yuvarlanıyor oluşumuzu konuşamıyoruz
işçilerden sonra memur sözleşmeleri de açlık ücretiyle sonuçlanıyor, konuşamıyoruz
suriye'deki güvenli bölgenin anlamını konuşamıyoruz
yıllar sonra açılan incirlik üssü'nün 90'lardaki çekiş güç'le benzer olup olmadığını, ülkeye gelen abd askerlerini konuşamıyoruz


kaç genç öldü demeyeceğim... sizin hiç çocuğunuz öldü mü?
kaç ana- baba çocuğunu yitirdi,kaç sevgilinin gelecek düşleri çalındı...?
ölenlerle birlikte biz neler yitirdik...?
konuşamıyoruz bari düşünelim... kim bilir belki, düşündükçe çözülür dilimiz..

sayaç olmaktan vazgeçelim
taraftar olmaktan vazgeçelim
insanlığımıza sarılalım
koyun olmaktan vazgeçelim
düşünelim... düşünelim



salim çalık

akrep gibisin kardeşim

12 Ağustos 2015 Çarşamba

FARK ETMELİ İNSAN


Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların
'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli,

Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.

Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan
Hayvanların yolda , kaldırımda , çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi,köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark
etmeli, fark etmeliyiz çok geç olmadan.....
Ömür dediğin üç gündür,dün geldi geçti yarın meçhuldür...

O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür....
Can Yücel
21.08.1926- 12.06.1999

6 Ağustos 2015 Perşembe

'son on bir telli turna'


Derki bu efsanede
katlarsan bin kağıttan turna
İyileşir en onmaz yara
Dileği de kabul görür huzurda
On iki yaşındaki
Hirişoma'lı küçük kız
Sağlıklı doğduğu dünyada
Atom bombası hastası
olduğunu duyunca
Vazgeçmedi; sürmeliydi efsane
Yaşamaya hevesli
Barış ve huzur yazacaktı
Her birinin kanadına
Altı yüz kırk dört turna bitmişti
Kapandı gözleri
Tamamladı tam sayıyı kalan çocuklar
Bin turna ile uğurlandı toprağa
Her yıl Hirişoma'da Barış Park'da
dünya ya salınır çocuk çığlıkları
Son on bir telli turnadan
Biriyim,sorarım
Hiçbir yeri,hiç birinizi ayırmadan
Hasreti sılaya taşımadım mı
Dönerken mevsimlerle
Özgürlüğü,umudu
Yüklemediniz mi kanadıma
Bilmezmisiniz
Yitirirsem eşimi
Unutmak olmaz; gömerim
Kendimi gölünüzün sularına
Sadako kız kadar olamazsanız
Kılarsanız hayatı hükümsüz
Bir güvercin hatırı dahi yoksa...
Nasıl gelip konayım
Vatanım bellediğim ovanıza.
Fatma Farrow:22.01.2007
Barış ve huzur yazacaktı
Her birinin kanadına

____Fatma FARROW



resim: 06.08.2015 tarihli BİRGün gazetesi'nden.