“Neler
yapılmadı ki? 81 ilde üniversite açtık. Harçları kaldırdık. Okullar açtık.
Ekonomiyi düzelttik…”diyor başbakan. Ve demokrasinin oy kullanmaktan ibaret
olduğunu ileri sürerek “İtirazın, rahatsızlığın varsa sandıkta gösterirsin. Bu
olaylar bizi seçim yoluyla yenemeyenlerin provokasyonudur.” diyor.
Bu sözleri her
duyduğumda (ki kaderini AKP’ye bağlamış olan medya patronlarının yayın
organlarında sıkça duyuyoruz) bazı Arap şeyhliklerini ve İran’ı, Rusya’yı,
Mübarek ve Mursi Mısır’ını anımsıyorum. Bu ülkelerde de seçimler yapılıyor.
Özellikle Arap Şeyhliklerinde Tayyip Eroğan’ın Türkiyesi’yle
karşılaştırıldığında olmayan yok. Petrolden gelen dolarla kurulmuş, cennetlere
benzeyen bu ülkelerde de seçimler yapılıyor.
Başbakanın
sözleri; “karnını doyurdum, üstünü giydirdim. Niye yaramazlık yapıyorsun?”
diyerek çocuğunu azarlayan otoriter bir babayı da anımsatmaktadır. AKP yandaşı
yazar-çizer takımının, medyasının yayınlarında bu daha açıkça dile getiriliyor
zaten.
İnsan
düşünme gücünü, yetisini küçük, dönemsel çıkarları uğruna kendi elleriyle yok
ettiğinde, yaşamak denilen olguyu karın doyurup, barınmak, giyinmek olarak
görmeye başladığında başbakanın söylediği noktaya gelir. Sorgulamaktan uzak,
verilene rıza gösteren, iradesini yönetenlere teslim etmiş, kendisine
gösterilen düşleri kendi düşleri sanıp sahiplenen noktaya gelir.
Oysa
tüm propagandist yayınlara, koşullandırmalara, baskılara, dışlamalara rağmen
kendi özgünlüğünü ve özgürlüğünü, bilincini koruyan, geliştiren milyonlarca insan;
birey ya da örgütsel olarak varlıklarını korudu. Başbakan ve çevresindekilerin
göremediği, görmek istemediği, hatta gözlerine inanamadıkları noktalardan biri
budur. Tam da ülkeyi yavaş yavaş değiştirip, dönüştürdüklerinden emin
oldukları, 2023’e kadar kesin olarak iktidarda kalacaklarını, Türk tipi
başkanlığa yaklaştıklarını düşündükleri bir sırada Yeni bir Türk Tipi bir
direnişle karşılaştılar.
Tayyip
Erdoğan’ın “neler yapılmadı ki?” diye sorup kendisinin yanıtladığı süreçlerin
gençleri, yani (önemli bir böülümü) ömürlerinde AKP’den başka iktidar görmeyen
yüzbinlerce “çapulcu” hiç beklemedikleri bir anda “bir dakika” dediler. Tayyip
Erdoğan bu uyarıyı dinlemek ve anlamak yerine “Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun ve
belki de Balkanlar’ın en güçlü adamı” olduğu inancı ve kabadayılığı ile
karşılık verince “bir dakika” uyarısı ülke geneline yayılarak “istifa”
çağrısına dönüştü.
Bu
sözlerle eylemciler nankörlükle, demokrasi karşıtı olmakla suçlanırken, hemen
ardından “bize oy veren %50’yi evde zor tutuyoruz” diyerek iç savaş tehdidinde
bulunup, eylemcileri kendi seçmen tabanına hedef göstermekten çekinmemektedir.
Nankörlük ve “çapulculuk” algısı kendisini her şeyin sahibi sanmanın, kendini
beğenmişliğin ve kutsamanın yansımasıdır. Bu yüzden de kendisine oy veren
%50’nin asker gibi peşinden gelip savaşacağını sanmaktadır. Bu demokrasiyle
işbaşına gelmiş bir diktatör tavrıdır ve katıksız bir faşizmdir. Çoğunluğun
azınlık üzerindeki tahakkümünü, azınlığın da çoğunluk gibi (başbakana) itaatini
vaaz eden sandık demokrasisine karşı gelişen eylemlere tahammül edilemeyişinin
nedenlerinden biri de budur.
11
yıllık AKP iktidarı süresince toplumun değişik kesimleri yok sayıldıkları,
dinlenmedikleri, ciddiye alınmadıkları onlarca kararı, düzenlemeyi bir kenara
yazdılar. Tayyip Erdoğan ve AKP cephesinin “neler yapılmadı ki?” sorusuna
karşılık olarak insanlar da tek tek veya örgütsel olarak neler yapılmadı ki
diyorlar.
Taksim Gezi
Parkı düzenlemesi mahkeme kararına rağmen yapılacak denildi. Alevilerin din ve
vicdan özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmazken 3. köprüye Yavuz Sultan Selim
adı verileceği açıklandı. Alkol fiili olarak yasaklandı. Hava İş grevine
saldırıldı, Tek Gıda İş grevi yasadışı olarak kırıldı. Kürtaj ve 3 çocuk vb.
söz ve düzenlemelerle kadınların bedenine müdahale edildi. Cinsiyetçi
yaklaşımların öne çıkarılması ataerkil kültürü hortlatarak hergün 2-3 kadının
öldürülmesi sonucunu doğurdu. Farklı cinsel seçimleri nedeniyle insanlar
ahlaksızlıkla, hastalıklı olmakla suçlandı. Üniversite öğrencilerinin polis
tarafından dövülmesi rutin hale geldi. Üniversitelere yeni bir emniyet birimi
yasası getirildi. Eğitim sistemini altüst ederek dini eğitimi yaygınlaştırıp
kaliteyi düşürüldü. Sağlık sistemini paralı duruma getiren uygulamaları küçük
dozlar halinde yutturarak halk kandırıldı. Uludere’nin failleri gizlendi.
Reyhanlı patlaması üzerindeki sis perdesinin aralanmadı. Çoğu yasaya ve yargı
kararlarına aykırı olarak HES inşaatları sürdürüldü. Birçok kentte Kürtlere,
Çingene yurttaşlara yönelik linç girişimleri karşısında sorumlu ve suçlular
hakkında işlem yapılmadı. Medyada en küçük eleştiri getiren yazar ve
yapımcıların işine son verilerek çok kanallı bir resmi (AKP’li) haber ajansı
yaratıldı. Yıllarca kendisini desteklemiş olan yazarları bile dinletti.
Dizilere, heykellere, resimlere müdahale edildi, sanatın içine tükürüldü.
Binlerce kişi çeşitli gerekçelerle kendisine uydurulan suçlamalarla tutuklandı.
Başta hekimler olmak üzere toplumun okumuş-yazmış demokrat (ve muhalif)
bireyleri aşağılanıp hedef haline getirildi. İnşaatlarda, barajlarda,
madenlerde, tersanelerde binlerce işçi iş cinayetine kurban gitmesine rağmen
birçok sorumlu cezasız kaldı. Hemen hemen hergün meclis içinde ve dışındaki
muhalefet alabildiğine aşağılandı, ötekileştirildi, yok sayıldı.2008 ve 2013
yıllarındaki 1 Mayıslar’da İstanbul’a adeta bir sıkıyönetim yaşatıldı. Anayasa
referandumu ile vaat edilen çok sayıda düzenlemeyi yapmayıp yalnızca işine
gelenlerle ilgili yasal düzenlemeleri yaparak kendisini destekleyenleri kandırdı.
Kendisine derdini anlatan köylüye “ananı da al git” dedi. Kendi partisiyle
birlikte tüm ülkenin özgürlüğünü yok etti. Tüm bunları da sandık, seçim
edebiyatıyla yaptı ….
Şimdi tüm bu çevreler bir araya gelmiş durumda. Kendisini mağdur, itilmiş, kakılmış, yok sayılmış, çapulcu sayan, AKP'nin söz-eylem ve uygulamalarından bir biçimde canı ve fikri yanmış kitleler başlangıçta Tayyip Erdoğan'a karşı yönelttikleri tepkilerini AKP'ye çevirdiler; üstelik öfkeye dönüştürerek.
Bir çırpıda aklıma gelenler bunlar. Evet neler yapılmadı
ki…
07.06.3013 / salim çalık