gezi
parkı’ndaki polis şiddetiyle başlayıp taksim direnişi’ne dönüşen ve ülke
geneline yayılan direnişe karşı iktidarın verdiği ilkel ve vahşice tepkinin
doğru okunması gerektiği, bu okumanın özenli ve dikkatli yapılması gerektiğini
düşünüyorum.
gezi
parkı’ndaki ilk eylem çevre duyarlılığı ekseninde başlamıştı. sabaha karşı
polisin kaba, ilkel şiddeti sonrası istanbul halkının gezi’deki eylemcilerin
yardımına koşması ve eylemi sahiplenmesiyle iyice hoyratlaşan iktidar ve istanbul’u
yönetenlere karşı, ülke genelinde açığa ve sokağa çıkan kitlelerin ilk tepkisi
de ağırlıklı olarak vicdan merkezliydi ve kısa bir süre sonra isyana dönüştü.
bu
nedenle, direnişe katılanların siyasi, etnik, dinsel, cinsel, örgütsel
çeşitliliğini görmek yerine; yalnızca işimize gelmeyen, uyumsuzluk içinde
bulunduğumuz yapıları öne çıkararak katılmamak, eylemi (isyanı) desteklememek
akp faşizmini desteklemek anlamına gelir. veya bugünün tartışması olmayan, olmaması
gereken polemiklere yönelmek akp faşizmine yol göstermek olur. ya tüm
renklerimizle yan yana durmayı öğrenip birbirimize katlanacağız, ya da
akp-medya-cemaat-sermaye ittifakının diktatörlüğüne katlanacağız.
ülke
genelinde kitlelerin sokağa çıktığı, merkezi niteliği olmayan, akn’nin 11 yıllık
baskıcı, totaliter, tek adam yönetiminin taksim(ler)de işlediği kent suçuna
karşı çıkanlara yönelik şiddetin tetiklediği direniş akp’nin gerçek yüzünü
açığa çıkardı, çıkarmaya da devam edecek. bu yüz de; en küçük (bir o kadar da
büyük) bir sivil eyleme tahammül edemeyişidir. ki, öfkeleri ve uygulattıkları
şiddet seçilmiş bir liderin değil, bir diktatörün tavrıyla örtüşmektedir. gerçekte
bu tahammülsüzlük yıllardır yaşanıyor, görünüyor, (fakat) bir araya
gelemiyordu.
işlerinden
atılan gazeteciler, işçiler, siyasi tutuklamalar, meslek örgütlerinin
yönetimlerini ele geçirme girişimleri, grev kırıcılığı, muhalefeti
aşağılamayı-ötekileştirmeyi günlük politikaya dönüştürme, sanatın içine
tükürme, cumhuriyet kurumları olarak bilinen yapılara karşı saldırılar, eğitim
politikaları, üniversite öğrencilerinin her bir araya gelişlerinde polis
şiddetiyle karşılaşmaları gibi onlarca olay. bu nedenle taksim direnişlerinde
tekel işçileri de, cinsel yönelimleri farklı olanlar da, yazarlar-çizerler de,
sanatçılar da, köylülerle birlikte orta sınıflar da, çevrecilerle birlikte
yıllarca apolitik-bilgisayar çocuğu denerek küçümsenen öğrenci gençler de yan
yana gelebildi.
fakat
taksim direnişi’ne katılanların “çapulcu”olarak nitelenmesi tüm bu toplum
katmanlarının, özellikle de bilgisayar çocuğu olarak küçümsenen gençlerin yok
sayılması, medya tarafından “görülmemesi” ve uygulanan düşmanca şiddet 11
yıllık birikimi açığa çıkarırken bir şeyi daha netleştirdi; bunca insanlık dışı
uygulama karşısında devlet yöneticileri, akp içerisindeki siyasetçiler ve polis
müdürleri–memurları arasında vicdan sahibi, insanlık onuruna sahip çıkacak,
çıkabilecek kişilerin (şu ana kadar) ortaya çıkamayışıdır.
tam
bu noktada; barış süreci başta olmak üzere, ülkenin demokratikleştiği-demokratikleşeceği,
özgürlüklerin gelişeceği, insan hak ve özgürlüklerine dayalı anayasa yapılacağı
iddia ve beklentisiyle akp’ye umut bağlayıp destek verenler hala daha aynı
yerlerinde duracaklarsa dikkatli olmalarını öneririm. kentine, parkına sahip
çıkıp, istekte bulunanlara bile katlanamayan, dinlemeyen, ölümlere-binlerce
yaralanmaya rağmen sakinleştirmeye dönük söz ve eylemler yerine kendi
seçmenlerini sokağa çıkarmakla tehdit eden (istanbul’da, adana’da, mersin’de,
ankara’da karşılama gerekçesiyle çıkaran) bir başbakanla ve iradelerini,
düşünme yetilerini başbakana teslim etmiş (adamış) siyasetçilerle demokrasi,
özgürlük, eşitlik, adalet ve barış gelmez.
bakanlık
koltuklarında oturanların figür, milletvekillerinin otomatik parmak, belediye
başkanlarının gübür olmaktan öteye geçemediği bir siyasi yapıyla karşı
karşıyayız (karşıyaydık). bu tam anlamıyla tek adamlıktır. darbelerle,
vesayetle, lobilerle savaştığını söyleye söyleye kendisi rejim olmuş, kendi
vesayetini kurmuştur. (askeri vesayeti kırmakla öğünen başbakan neden “topçu
kışlası” gibi askeri bir binada diretiyor sorusu da önemlidir) yaşadıklarımızın merkezi olan “taksim ve
istanbul’u kim yönetiyor?” sorusu yeterlidir durumu anlamaya. vali partinin
memuru, belediye başkanı mevzuat gereği koltuk dolduran kişidir. kent
yönetimiyle doğrudan ilgili bu konu kültürle, tarihle, çevreyle de ilgilidir. o
zaman çevre bakanı, kültür bakanı, belediye başkanı, ilgili kurullar neden tek
bir söz etmez-edemez kendilerini ilgilendiren boyutlarıyla.
taksim
direnişi ekseninde ülkemizde yaşananlar bir bütün olarak düşünülmeli, iktidarın
tavrı da 11 yıllık geçmişiyle değerlendirilmelidir. bundan önceki seçimlerde
akp’nin slogan olarak kullandığı “nereden nereye?” sorusunu sorma ve yanıtını
verme sırası her yeri taksim her yeri direniş eyleyenlerdedir. bu yüzden bugün
sessiz kalanlar yarın sıranın kendilerine geleceğini bilmeliler. bunu görmeleri
için tayyip erdoğan’ın 2002’de birlikte yola çıktığı kişi ve kurumlardan geriye
kimlerin kaldığına bakmaları yeterlidir.
polis
şiddetine susanlar, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, düşmanlaştırmaya göz
yumanlar, kırılmaya çalışılan grevlere sessiz kalan sendikalar, akademik
özgürlüğe sahip çıkmayan hocalar, iktidara yaranmak için haber yapan medya
çalışanları, duyarsız kalan sanatçılar, dinsel duyarlılıklarıyla akp’ye oy
vermiş vicdan sahipleri, tayyip erdoğan’ı karizmatik bulanlar, ekonomi-istikrar
gibi gerekçelerle akp’yi destekleyenler;
(eğer gerçekten özgürlük, adalet, eşitlik, barış istiyorsanız) unutmayın;
bugün değilse yarın sıra size de gelecek.
salim çalık/ 09.06.2013