merhaba

sanata, bilime, dayanışmaya, emekten yana siyasete ve sevdaya dair paylaşımlarla bilginin ve deneyimlerin örgütlenmesi çabasıdır "insanın" yolculuğu...

27 Şubat 2014 Perşembe

MEKTUP 13 / isyandır sevdamız



           
            gençtik. daha çocukluktan yeni çıkmıştık. kendimizi, çevremizi, insanları ve olayları yeni yeni tanımlamaya, anlamaya başlamıştık. üzerimizde çevrenin, bilincimizde gelenek ve ailelerimizin baskısıyla elele tutuşuyorduk.
           
tüm öğrendiklerimizin kıyısına iliştirilmiş olan korku ve kaygılarla, kimselerin göremeyeceği yerlerde buluşup geziyorduk... içimize işlemiş utangaçlıkla sanki başkaları duyacakmış gibi yüzümüze söyleyemediğimiz seni seviyorum'u kendi içimizden kaç kez bağırdık kim bilir? 
           
                        şelale uçumu zamandasın
                        varlığın yüreğimde gümbür gümbür
                        gözlerin dolanırken beynimi
                        ellerindir köpürten tenimi 

_______________________Temmuz 2000 /Antalya

İSYANDIR SEVDAMIZ

            bir isyandır sevdamız. geleneksel ilişkilere, ailelerimize, çevremize ve tüm öğrendiklerimizin kıyısına tutuşturulan korku ve kaygılara karşı bir isyan.

            ekmek kavgası verircesine tüm zorluklara ve olumsuzluklara direnerek yarattığımız sevdamızla ve üreterek yeni anlamlar yüklediğimiz yaşamımızla bir isyandır sevdamız.

            onbeş yıl oldu. altmış mevsim, yüzseksen ay geçti. ve bugün dimdik ayakta duran isyanımızla yeni mevsimlere doğru koşuyor sevdamız. sevdamız ki, yaşamımızı anlamlı kılan; mektuplarımızla, şiirlerimizle, özlemlerimizle, dokunuşlarımızla, kızımızla oluşturduğumuz külliyatımızdır.

            ardımızda bıraktığımız tüm yaşanmışlıkları sahiplenerek yürüyoruz yarına. ve biliyoruz ki, toplum ve geleneksel yaşam biçimi ne kadar etkiliyorsa bizi, biz de o kadar etkiliyoruz toplumu. ve, kurulu yaşam biçimine çektiğimiz restlerimizle zor olanı seçtiğimiz için daha sağlam basıyoruz yere. yaşlanan bedenlerimize inat daha genç seviyoruz... yaşamın kaçınılmaz değişimine rengimizi, sesimizi, türkülerimizi, sevdamızın hamurunu katıyoruz.

            bir isyandır sevdamız. tüm öğrendiklerimizin kıyısına iliştirilen korku ve kaygıları boşa çıkaran, yerleşik duygu ve yaşayışlara karşı her yeni güne bir öpüş ekleyebilecek kadar atak ve düşlere açık bir isyan.

                                   kızıma *

            düden'i, lara'yı uçurdum saçlarınla
            sen benim şelalem
                        denizim
                                   ve toprağımsın

            uysallığımı ve başkaldırımı besleyen
            antik kentlerin gizemi
                                   inci gözlerin

                                                           09.07.2000/ Antalya

(*) erkene alınmış bir ölümün ertelenmiş şiiri  sf.46
salim çalık / 2005









23 Şubat 2014 Pazar

yitik


























ne yürekte derman
ne düşlerde özgürlük
uyumlu sevdalar ardında
________dingin özlemler
birliktelikler topal
yitik yaşama sevinçlerimiz
seviniyoruz yaşadığımıza

salim çalık

anaların öfkesi


oğul diye taşıdıkları karanfiller ellerinde
usulca bırakıp galatasaray lisesi önüne
bağırıyorlar isyanlarını
“anaların öfkesi katilleri boğacak”
katiller çepeçevre sarmışlar her yanı
.....katiller silahlı
........katiller köpekli
..........katiller/ elleri kanlı

anaların yanan öfkesi oğul özlemli
..........anaların sevdası yaralanmayan

anaların öfkesi boğacak elbet katilleri
ölümü yakıştıramadıkları çocukları için
fakat yitirdiğimiz insanlığımız dönmeyecek geri

anaların gözyaşları suskunluğumuzu boğacak

salim çalık

22 Şubat 2014 Cumartesi

seni düşünerek







sözün dilde hakkı var











nerdesiniz


......yitirdik kimliğimizi
......insan kırıklarıyla dolu sokaklar

nerdesiniz/ sevda eskicileri
kendi içindeki kavganın gazileri
nerdesiniz
iki yıl hızlı on yıl yorgun olanlar

insan kırıklarıyla dolu sokaklar
 ...
...
salim çalık

memleketim

      



















adamakıllı soluklanıyorum
olasılıkların kaygısıyla
memleketim diyorum
ah! ağuların gül koktuğu memleketim
öyle güzelsin ki
anlatılması öyle zor
yazılması/ çizilmesi ve gezilmesi yasak

insanlıktan öte herşeyin verildiği
ağıt yakanı bulunmayan ölümleriyle
acının ayakları altında memleketim  

salim çalık

Ebruli Düşler Bahçesi: Ana dil insanın yurdu gibidir

Ebruli Düşler Bahçesi: Ana dil insanın yurdu gibidir: Uluslararası Ana Dil Günü-21 Şubat 2014 Yusuf Nazım Özgür Gündem /21 Şubat 2014 Ana dil insanın yurdu gibidir. İnsanoğlu bu yurttan alı...

10 Şubat 2014 Pazartesi

mektupları yazılamamış, adresine varamamış madenciler…ve bekleyenler için…/ salim çalık


30.03.2012
                                                                       04:00

            mektupları yazılamamış, adresine varamamış madenciler…ve bekleyenler için…

            (zonguldak madenlerinde çalışmak üzere gelenlere, gidenleri bekleyerek gözlerini eskitenlere ve birbirlerinden haber alamayan tüm sevgililere…)

            bugün maden işletmesinin bugüne kalabilmiş en eski yapılarından ikisini gezdim sevgili…biri o kadar gizli ve gönülden, gözden uzak ki; bizlere benziyor. saatlerce dolaştım içerisinde… eski bir iz, bir ad, özel bir nesne ararken içinde bulunduğum yapının aradığım şey olduğunu gördüm şaşkınlıkla.

            üzerinde osmanlıca, türkçe yazılar ve 1928 tarihlerini taşıyan kiremitlerle karşılaşınca seninle karşılaşmış gibi oldum sevgili… sonra içimdeki tamamlanmamış şiiri anımsadım bir kez daha; düşünmekten çıldırdığım ve yazamadığım şiiri…

            yapılardaki yoğun emeği ve el işçiliğini gözlerken bütün sevgililerimi anımsadım bir kez daha. anımsadım çünkü, bu yapılarda emeği olan işçilerin geldikleri ülkeleri, bölgeleri düşünürken onların geride bıraktıkları sevgililerini kendi sevgililerimle özdeşleştirdim

            yıllara meydan okuyan bu yapılarda binlerce düş, binlerce özlem, binlerce acının karıştığı emeği, en yalın ve umarsız insanı gördüm sevgili… tuğlaların, kiremitlerin, karkasların, demir aksamların sahip olduğu sağlamlık, düşlerle yoğrulmuş güzellik karşısında küçüldüm de büyüdüm.

            sonra yapıların pencerelerinden denize bakınca yeniden yazamadığım şiir kanatmaya başladı belleğimi. güç bela seçilebilen iskelelere yanaşan kayıklardan işçiler inmeye başladı. fransız, alman, italyan, karadağlı işçilere trabzon’dan, kars’tan, ordu’dan, giresun’dan, gümüşhane’den gelen işçiler karışıyor…
            bir yandan kömür çıkarılırken bir yandan kömür naklini hızlandıracak yeni silolar yapılıp, raylar döşeniyor kıyı boyunca çoğalan iskelelere paralel olarak…

            yeniden işçilerin sevdaları düşüyor aklıma ve geride bıraktıkları… çoğunun geriye dönemediği gibi bir düşünceye kapılıyorum. bir kısmının buraya ulaşamadan karadeniz’in dalgalarında yittiğini… biliyorsun eskiye ilişkin fazlaca bir kayıt yok. bize ulaşan en eski kayıtlardan biri 1913 çamlı grizusu. oysa geliş gidişler sırasında yitip gidenler de vardır. bu denizin dibinde kaç madenci, kaç gemici yatıyor acaba diye düşünürken; bu topraklarda kalan avrupalı madenciler anımsatıyorlar kendilerini…

            kandilli’yi, armutçuk’u kuran insanların kaçı dönmüş veya dönebilmiştir sevgili? ya çoğu doğu karadeniz illerinden ve doğu anadolu illerinden gelen ve madenciliği karadağlı taş ocağı ustalarından öğrenen bu toprakların insanı…?

            ah sevgili;
bu beldenin ve zonguldak’ın kömürü ayrı sömürüldü, insanların emeği ayrı… yaratılmış bunca güzelliğin bedelini düşünsene… ve neredeyse avrupa’nın tüm ülkelerinden ve anadolu’dan buraya gelenlerin madenci kimliği ile bir arada bulundukları zaman diliminde oluşturulan kültürü….

            benim aklım yine tek tek yaşamlara gidiyor. gezdiğim yapıların tuğlasını taşıyan, harcını karan, duvarları için kayaları parçalayan; yer altından kazma kürekle yerüstüne çıkarılan kömürü kazan, küfelerle sırtında taşıyan insanları düşünmeden edemiyorum. bazı geceler nöbette onların ayak seslerini, özlem dolu şarkılarını, yalnızlık çığlığına dönüşen ıslıklarını, ufku delip geçen bakışlarını, kayıkları dalgalara yenik düşenlerin çırpınışlarını duyuyor ve görüyorum…       

            gurbet çok kişilik bir sürgündür sevgili. bu kıyılara gelenler kendi topraklarının ve geride bıraktıklarının düşüncesini, düşlerini emeğine ve işine yansıtırken gurbet türküsü söyler gibi çalıştıklarını düşünmediler belki de… bir de geride kalanların gidenleri beklediğini düşün sevgili… oğlunu kocasını, sevdiğini bekleyenleri… haber alamadan beklemek, 1920’lerde özleme tutsak olmak gurbet içinde gurbettir sevgili. “selametle” denerek yola ve madene uğurlananların yolunu gözleyen “geçmiş olsun”ların boynu bükük…

            bugün sevindim, mutlu oldum sevgili… o yapıların duvarlarına, yerlere dağılmış tuğlalarına, kiremitlerine dokunurken 90 yıl önce burada çalışan emekçi dostlarımla tokalaşmış, selamlaşmış saydım kendimi. iş aletlerinin, rayların üzerinde dayanılan kömür vagonlarının tekerleklerinin çıkardığı sesler arasında yanık türkülere eşlik eden kederli şarkılar duydum. 1920’lerde madencilerin sofralarına oturdum. ne ben onlara adını sordum, ne onlar bana… kömürün buluşturduğu bedenlerimiz ve emeğimizin oluşturduğu bilinçlerimizle biliyorduk ki, kardeşiz… sömürü ve grizu dinimize, ırkımıza, köyümüze bakmıyor sevgili…

            madem yazgımız ortak, madem gurbet içinde gurbettir madencilik; 1920’lerden 2010’lara merhabalar getirdim sevgili…

salim çalık

3 Şubat 2014 Pazartesi

Ahmed Arif | Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden

insan kırıkları

"Dünya artık cehennem korkusunu ve ruh kurtarma numaralarını satmak için iyi bir pazar olmadığından, tanrı tüccarları da sosyal ve siyasal konulara yönelmişlerdi..." Trevanian- şibumi- sf:283-
-------------------------------------------------------------------------------  

...
insan kırıklarıyla dolu sokaklar
göz göz, el el tükenirken canlar
dudaklarda donmuş çığlıklar asılıdır
düşünceler sahibine yabancı, 
ölüme kurulur düşler 

salim çalık