04:00
mektupları
yazılamamış, adresine varamamış madenciler…ve bekleyenler için…
(zonguldak madenlerinde çalışmak
üzere gelenlere, gidenleri bekleyerek gözlerini eskitenlere ve birbirlerinden
haber alamayan tüm sevgililere…)
bugün maden işletmesinin bugüne
kalabilmiş en eski yapılarından ikisini gezdim sevgili…biri o kadar gizli ve
gönülden, gözden uzak ki; bizlere benziyor. saatlerce dolaştım içerisinde… eski
bir iz, bir ad, özel bir nesne ararken içinde bulunduğum yapının aradığım şey
olduğunu gördüm şaşkınlıkla.
üzerinde osmanlıca, türkçe yazılar
ve 1928 tarihlerini taşıyan kiremitlerle karşılaşınca seninle karşılaşmış gibi
oldum sevgili… sonra içimdeki tamamlanmamış şiiri anımsadım bir kez daha;
düşünmekten çıldırdığım ve yazamadığım şiiri…
yapılardaki yoğun emeği ve el
işçiliğini gözlerken bütün sevgililerimi anımsadım bir kez daha. anımsadım
çünkü, bu yapılarda emeği olan işçilerin geldikleri ülkeleri, bölgeleri
düşünürken onların geride bıraktıkları sevgililerini kendi sevgililerimle
özdeşleştirdim
yıllara meydan okuyan bu yapılarda
binlerce düş, binlerce özlem, binlerce acının karıştığı emeği, en yalın ve
umarsız insanı gördüm sevgili… tuğlaların, kiremitlerin, karkasların, demir
aksamların sahip olduğu sağlamlık, düşlerle yoğrulmuş güzellik karşısında
küçüldüm de büyüdüm.
sonra yapıların pencerelerinden
denize bakınca yeniden yazamadığım şiir kanatmaya başladı belleğimi. güç bela
seçilebilen iskelelere yanaşan kayıklardan işçiler inmeye başladı. fransız,
alman, italyan, karadağlı işçilere trabzon’dan, kars’tan, ordu’dan,
giresun’dan, gümüşhane’den gelen işçiler karışıyor…
bir yandan kömür çıkarılırken bir
yandan kömür naklini hızlandıracak yeni silolar yapılıp, raylar döşeniyor kıyı
boyunca çoğalan iskelelere paralel olarak…
yeniden işçilerin sevdaları düşüyor
aklıma ve geride bıraktıkları… çoğunun geriye dönemediği gibi bir düşünceye
kapılıyorum. bir kısmının buraya ulaşamadan karadeniz’in dalgalarında yittiğini…
biliyorsun eskiye ilişkin fazlaca bir kayıt yok. bize ulaşan en eski
kayıtlardan biri 1913 çamlı grizusu. oysa geliş gidişler sırasında yitip
gidenler de vardır. bu denizin dibinde kaç madenci, kaç gemici yatıyor acaba
diye düşünürken; bu topraklarda kalan avrupalı madenciler anımsatıyorlar
kendilerini…
kandilli’yi, armutçuk’u kuran
insanların kaçı dönmüş veya dönebilmiştir sevgili? ya çoğu doğu karadeniz
illerinden ve doğu anadolu illerinden gelen ve madenciliği karadağlı taş ocağı
ustalarından öğrenen bu toprakların insanı…?
ah sevgili;
bu
beldenin ve zonguldak’ın kömürü ayrı sömürüldü, insanların emeği ayrı…
yaratılmış bunca güzelliğin bedelini düşünsene… ve neredeyse avrupa’nın tüm
ülkelerinden ve anadolu’dan buraya gelenlerin madenci kimliği ile bir arada
bulundukları zaman diliminde oluşturulan kültürü….
benim aklım yine tek tek yaşamlara
gidiyor. gezdiğim yapıların tuğlasını taşıyan, harcını karan, duvarları için
kayaları parçalayan; yer altından kazma kürekle yerüstüne çıkarılan kömürü
kazan, küfelerle sırtında taşıyan insanları düşünmeden edemiyorum. bazı geceler
nöbette onların ayak seslerini, özlem dolu şarkılarını, yalnızlık çığlığına
dönüşen ıslıklarını, ufku delip geçen bakışlarını, kayıkları dalgalara yenik
düşenlerin çırpınışlarını duyuyor ve görüyorum…
gurbet çok kişilik bir sürgündür
sevgili. bu kıyılara gelenler kendi topraklarının ve geride bıraktıklarının
düşüncesini, düşlerini emeğine ve işine yansıtırken gurbet türküsü söyler gibi
çalıştıklarını düşünmediler belki de… bir de geride kalanların gidenleri
beklediğini düşün sevgili… oğlunu kocasını, sevdiğini bekleyenleri… haber
alamadan beklemek, 1920’lerde özleme tutsak olmak gurbet içinde gurbettir
sevgili. “selametle” denerek yola ve madene uğurlananların yolunu gözleyen
“geçmiş olsun”ların boynu bükük…
bugün sevindim, mutlu oldum sevgili…
o yapıların duvarlarına, yerlere dağılmış tuğlalarına, kiremitlerine dokunurken
90 yıl önce burada çalışan emekçi dostlarımla tokalaşmış, selamlaşmış saydım
kendimi. iş aletlerinin, rayların üzerinde dayanılan kömür vagonlarının
tekerleklerinin çıkardığı sesler arasında yanık türkülere eşlik eden kederli
şarkılar duydum. 1920’lerde madencilerin sofralarına oturdum. ne ben onlara
adını sordum, ne onlar bana… kömürün buluşturduğu bedenlerimiz ve emeğimizin
oluşturduğu bilinçlerimizle biliyorduk ki, kardeşiz… sömürü ve grizu dinimize,
ırkımıza, köyümüze bakmıyor sevgili…
madem yazgımız ortak, madem gurbet
içinde gurbettir madencilik; 1920’lerden 2010’lara merhabalar getirdim sevgili…
salim çalık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder