merhaba

sanata, bilime, dayanışmaya, emekten yana siyasete ve sevdaya dair paylaşımlarla bilginin ve deneyimlerin örgütlenmesi çabasıdır "insanın" yolculuğu...

10 Şubat 2014 Pazartesi

mektupları yazılamamış, adresine varamamış madenciler…ve bekleyenler için…/ salim çalık


30.03.2012
                                                                       04:00

            mektupları yazılamamış, adresine varamamış madenciler…ve bekleyenler için…

            (zonguldak madenlerinde çalışmak üzere gelenlere, gidenleri bekleyerek gözlerini eskitenlere ve birbirlerinden haber alamayan tüm sevgililere…)

            bugün maden işletmesinin bugüne kalabilmiş en eski yapılarından ikisini gezdim sevgili…biri o kadar gizli ve gönülden, gözden uzak ki; bizlere benziyor. saatlerce dolaştım içerisinde… eski bir iz, bir ad, özel bir nesne ararken içinde bulunduğum yapının aradığım şey olduğunu gördüm şaşkınlıkla.

            üzerinde osmanlıca, türkçe yazılar ve 1928 tarihlerini taşıyan kiremitlerle karşılaşınca seninle karşılaşmış gibi oldum sevgili… sonra içimdeki tamamlanmamış şiiri anımsadım bir kez daha; düşünmekten çıldırdığım ve yazamadığım şiiri…

            yapılardaki yoğun emeği ve el işçiliğini gözlerken bütün sevgililerimi anımsadım bir kez daha. anımsadım çünkü, bu yapılarda emeği olan işçilerin geldikleri ülkeleri, bölgeleri düşünürken onların geride bıraktıkları sevgililerini kendi sevgililerimle özdeşleştirdim

            yıllara meydan okuyan bu yapılarda binlerce düş, binlerce özlem, binlerce acının karıştığı emeği, en yalın ve umarsız insanı gördüm sevgili… tuğlaların, kiremitlerin, karkasların, demir aksamların sahip olduğu sağlamlık, düşlerle yoğrulmuş güzellik karşısında küçüldüm de büyüdüm.

            sonra yapıların pencerelerinden denize bakınca yeniden yazamadığım şiir kanatmaya başladı belleğimi. güç bela seçilebilen iskelelere yanaşan kayıklardan işçiler inmeye başladı. fransız, alman, italyan, karadağlı işçilere trabzon’dan, kars’tan, ordu’dan, giresun’dan, gümüşhane’den gelen işçiler karışıyor…
            bir yandan kömür çıkarılırken bir yandan kömür naklini hızlandıracak yeni silolar yapılıp, raylar döşeniyor kıyı boyunca çoğalan iskelelere paralel olarak…

            yeniden işçilerin sevdaları düşüyor aklıma ve geride bıraktıkları… çoğunun geriye dönemediği gibi bir düşünceye kapılıyorum. bir kısmının buraya ulaşamadan karadeniz’in dalgalarında yittiğini… biliyorsun eskiye ilişkin fazlaca bir kayıt yok. bize ulaşan en eski kayıtlardan biri 1913 çamlı grizusu. oysa geliş gidişler sırasında yitip gidenler de vardır. bu denizin dibinde kaç madenci, kaç gemici yatıyor acaba diye düşünürken; bu topraklarda kalan avrupalı madenciler anımsatıyorlar kendilerini…

            kandilli’yi, armutçuk’u kuran insanların kaçı dönmüş veya dönebilmiştir sevgili? ya çoğu doğu karadeniz illerinden ve doğu anadolu illerinden gelen ve madenciliği karadağlı taş ocağı ustalarından öğrenen bu toprakların insanı…?

            ah sevgili;
bu beldenin ve zonguldak’ın kömürü ayrı sömürüldü, insanların emeği ayrı… yaratılmış bunca güzelliğin bedelini düşünsene… ve neredeyse avrupa’nın tüm ülkelerinden ve anadolu’dan buraya gelenlerin madenci kimliği ile bir arada bulundukları zaman diliminde oluşturulan kültürü….

            benim aklım yine tek tek yaşamlara gidiyor. gezdiğim yapıların tuğlasını taşıyan, harcını karan, duvarları için kayaları parçalayan; yer altından kazma kürekle yerüstüne çıkarılan kömürü kazan, küfelerle sırtında taşıyan insanları düşünmeden edemiyorum. bazı geceler nöbette onların ayak seslerini, özlem dolu şarkılarını, yalnızlık çığlığına dönüşen ıslıklarını, ufku delip geçen bakışlarını, kayıkları dalgalara yenik düşenlerin çırpınışlarını duyuyor ve görüyorum…       

            gurbet çok kişilik bir sürgündür sevgili. bu kıyılara gelenler kendi topraklarının ve geride bıraktıklarının düşüncesini, düşlerini emeğine ve işine yansıtırken gurbet türküsü söyler gibi çalıştıklarını düşünmediler belki de… bir de geride kalanların gidenleri beklediğini düşün sevgili… oğlunu kocasını, sevdiğini bekleyenleri… haber alamadan beklemek, 1920’lerde özleme tutsak olmak gurbet içinde gurbettir sevgili. “selametle” denerek yola ve madene uğurlananların yolunu gözleyen “geçmiş olsun”ların boynu bükük…

            bugün sevindim, mutlu oldum sevgili… o yapıların duvarlarına, yerlere dağılmış tuğlalarına, kiremitlerine dokunurken 90 yıl önce burada çalışan emekçi dostlarımla tokalaşmış, selamlaşmış saydım kendimi. iş aletlerinin, rayların üzerinde dayanılan kömür vagonlarının tekerleklerinin çıkardığı sesler arasında yanık türkülere eşlik eden kederli şarkılar duydum. 1920’lerde madencilerin sofralarına oturdum. ne ben onlara adını sordum, ne onlar bana… kömürün buluşturduğu bedenlerimiz ve emeğimizin oluşturduğu bilinçlerimizle biliyorduk ki, kardeşiz… sömürü ve grizu dinimize, ırkımıza, köyümüze bakmıyor sevgili…

            madem yazgımız ortak, madem gurbet içinde gurbettir madencilik; 1920’lerden 2010’lara merhabalar getirdim sevgili…

salim çalık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder