merhaba

sanata, bilime, dayanışmaya, emekten yana siyasete ve sevdaya dair paylaşımlarla bilginin ve deneyimlerin örgütlenmesi çabasıdır "insanın" yolculuğu...

9 Haziran 2013 Pazar

damlaya damlaya sel olan isyan



gezi parkı’ndaki polis şiddetiyle başlayıp taksim direnişi’ne dönüşen ve ülke geneline yayılan direnişe karşı iktidarın verdiği ilkel ve vahşice tepkinin doğru okunması gerektiği, bu okumanın özenli ve dikkatli yapılması gerektiğini düşünüyorum.

            gezi parkı’ndaki ilk eylem çevre duyarlılığı ekseninde başlamıştı. sabaha karşı polisin kaba, ilkel şiddeti sonrası istanbul halkının gezi’deki eylemcilerin yardımına koşması ve eylemi sahiplenmesiyle iyice hoyratlaşan iktidar ve istanbul’u yönetenlere karşı, ülke genelinde açığa ve sokağa çıkan kitlelerin ilk tepkisi de ağırlıklı olarak vicdan merkezliydi ve kısa bir süre sonra isyana dönüştü.

            bu nedenle, direnişe katılanların siyasi, etnik, dinsel, cinsel, örgütsel çeşitliliğini görmek yerine; yalnızca işimize gelmeyen, uyumsuzluk içinde bulunduğumuz yapıları öne çıkararak katılmamak, eylemi (isyanı) desteklememek akp faşizmini desteklemek anlamına gelir. veya bugünün tartışması olmayan, olmaması gereken polemiklere yönelmek akp faşizmine yol göstermek olur. ya tüm renklerimizle yan yana durmayı öğrenip birbirimize katlanacağız, ya da akp-medya-cemaat-sermaye ittifakının diktatörlüğüne katlanacağız.

            ülke genelinde kitlelerin sokağa çıktığı, merkezi niteliği olmayan, akn’nin 11 yıllık baskıcı, totaliter, tek adam yönetiminin taksim(ler)de işlediği kent suçuna karşı çıkanlara yönelik şiddetin tetiklediği direniş akp’nin gerçek yüzünü açığa çıkardı, çıkarmaya da devam edecek. bu yüz de; en küçük (bir o kadar da büyük) bir sivil eyleme tahammül edemeyişidir. ki, öfkeleri ve uygulattıkları şiddet seçilmiş bir liderin değil, bir diktatörün tavrıyla örtüşmektedir. gerçekte bu tahammülsüzlük yıllardır yaşanıyor, görünüyor, (fakat) bir araya gelemiyordu.

            işlerinden atılan gazeteciler, işçiler, siyasi tutuklamalar, meslek örgütlerinin yönetimlerini ele geçirme girişimleri, grev kırıcılığı, muhalefeti aşağılamayı-ötekileştirmeyi günlük politikaya dönüştürme, sanatın içine tükürme, cumhuriyet kurumları olarak bilinen yapılara karşı saldırılar, eğitim politikaları, üniversite öğrencilerinin her bir araya gelişlerinde polis şiddetiyle karşılaşmaları gibi onlarca olay. bu nedenle taksim direnişlerinde tekel işçileri de, cinsel yönelimleri farklı olanlar da, yazarlar-çizerler de, sanatçılar da, köylülerle birlikte orta sınıflar da, çevrecilerle birlikte yıllarca apolitik-bilgisayar çocuğu denerek küçümsenen öğrenci gençler de yan yana gelebildi.

            fakat taksim direnişi’ne katılanların “çapulcu”olarak nitelenmesi tüm bu toplum katmanlarının, özellikle de bilgisayar çocuğu olarak küçümsenen gençlerin yok sayılması, medya tarafından “görülmemesi” ve uygulanan düşmanca şiddet 11 yıllık birikimi açığa çıkarırken bir şeyi daha netleştirdi; bunca insanlık dışı uygulama karşısında devlet yöneticileri, akp içerisindeki siyasetçiler ve polis müdürleri–memurları arasında vicdan sahibi, insanlık onuruna sahip çıkacak, çıkabilecek kişilerin (şu ana kadar) ortaya çıkamayışıdır.

            tam bu noktada; barış süreci başta olmak üzere, ülkenin demokratikleştiği-demokratikleşeceği, özgürlüklerin gelişeceği, insan hak ve özgürlüklerine dayalı anayasa yapılacağı iddia ve beklentisiyle akp’ye umut bağlayıp destek verenler hala daha aynı yerlerinde duracaklarsa dikkatli olmalarını öneririm. kentine, parkına sahip çıkıp, istekte bulunanlara bile katlanamayan, dinlemeyen, ölümlere-binlerce yaralanmaya rağmen sakinleştirmeye dönük söz ve eylemler yerine kendi seçmenlerini sokağa çıkarmakla tehdit eden (istanbul’da, adana’da, mersin’de, ankara’da karşılama gerekçesiyle çıkaran) bir başbakanla ve iradelerini, düşünme yetilerini başbakana teslim etmiş (adamış) siyasetçilerle demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet ve barış gelmez.

            bakanlık koltuklarında oturanların figür, milletvekillerinin otomatik parmak, belediye başkanlarının gübür olmaktan öteye geçemediği bir siyasi yapıyla karşı karşıyayız (karşıyaydık). bu tam anlamıyla tek adamlıktır. darbelerle, vesayetle, lobilerle savaştığını söyleye söyleye kendisi rejim olmuş, kendi vesayetini kurmuştur. (askeri vesayeti kırmakla öğünen başbakan neden “topçu kışlası” gibi askeri bir binada diretiyor sorusu da önemlidir)  yaşadıklarımızın merkezi olan “taksim ve istanbul’u kim yönetiyor?” sorusu yeterlidir durumu anlamaya. vali partinin memuru, belediye başkanı mevzuat gereği koltuk dolduran kişidir. kent yönetimiyle doğrudan ilgili bu konu kültürle, tarihle, çevreyle de ilgilidir. o zaman çevre bakanı, kültür bakanı, belediye başkanı, ilgili kurullar neden tek bir söz etmez-edemez kendilerini ilgilendiren boyutlarıyla.

            taksim direnişi ekseninde ülkemizde yaşananlar bir bütün olarak düşünülmeli, iktidarın tavrı da 11 yıllık geçmişiyle değerlendirilmelidir. bundan önceki seçimlerde akp’nin slogan olarak kullandığı “nereden nereye?” sorusunu sorma ve yanıtını verme sırası her yeri taksim her yeri direniş eyleyenlerdedir. bu yüzden bugün sessiz kalanlar yarın sıranın kendilerine geleceğini bilmeliler. bunu görmeleri için tayyip erdoğan’ın 2002’de birlikte yola çıktığı kişi ve kurumlardan geriye kimlerin kaldığına bakmaları yeterlidir.

            polis şiddetine susanlar, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, düşmanlaştırmaya göz yumanlar, kırılmaya çalışılan grevlere sessiz kalan sendikalar, akademik özgürlüğe sahip çıkmayan hocalar, iktidara yaranmak için haber yapan medya çalışanları, duyarsız kalan sanatçılar, dinsel duyarlılıklarıyla akp’ye oy vermiş vicdan sahipleri, tayyip erdoğan’ı karizmatik bulanlar, ekonomi-istikrar gibi gerekçelerle akp’yi destekleyenler;  (eğer gerçekten özgürlük, adalet, eşitlik, barış istiyorsanız) unutmayın; bugün değilse yarın sıra size de gelecek.


salim çalık/ 09.06.2013