merhaba

sanata, bilime, dayanışmaya, emekten yana siyasete ve sevdaya dair paylaşımlarla bilginin ve deneyimlerin örgütlenmesi çabasıdır "insanın" yolculuğu...

17 Mayıs 2013 Cuma

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’e Sonsöz, Erich Fromm

"...
Orwell’ı tartışırken karşımıza çıkan bir başka önemli nokta da “çiftdüşün” ile yakından bağıntılı: Zihin başarılı bir biçimde yönlendirildiğinde, insan artık düşündüğünün tersini söylemez, doğru olanın tersini düşünür. O yüzden de, örneğin, bağımsızlığından ve dürüstlüğünden tümüyle vazgeçmişse, kendini devlete, partiye ya da şirkete ait bir şey olarak görüyorsa iki kere iki beş eder ya da “Kölelik Özgürlüktür” ve kendini özgür hisseder, çünkü gerçek ile yalan arasındaki ayrımın ayırdında değildir artık. Bu, özellikle ideolojiler için geçerlidir. Tıpkı ellerindeki tutuklulara işkence eden Engizisyoncuların Hıristiyan sevgisi adına davrandıklarına inandıkları gibi, Parti de, “sosyalist hareketin başlangıçta savunduğu tüm ilkeleri yadsır ve ayaklar altına alır, üstelik bunu sosyalizm adına yapar.” Sosyalizmin içeriğinin tersyüz edilmiş olmasına karşın, insanlar ideolojinin ne diyorsa o olduğuna inanırlar. Bu açıdan Orwell’ın sosyalizmin Rus komünizmi tarafından çarpıtılmasına gönderme yaptığı açıktır; ama Batı’nın da benzer bir çarpıtmadan sorumlu olduğunu eklememiz gerekir. Toplumumuzu serbest girişimin, bireyciliğin ve idealizmin egemen olduğu bir toplum olarak sunarız, oysa gerçekte bunların çoğu lafta kalır. Biz, esas olarak bürokratik bir nitelik taşıyan ve tinsel ve dinsel kaygılarla biraz hafifletilmiş bir materyalizmle harekete geçirilen, merkezi olarak yönetilen bir endüstri toplumuyuz. Bununla bağıntılı bir “çiftdüşün” daha var: Atom stratejisini tartışan bazı yazarlar, öldürmenin Hıristiyanlık açısından öldürülmek kadar, hatta öldürülmekten de kötü olduğu olgusuna takılıp tökezliyorlar. Okuyucu, kendi “çiftdüşün”ünün yeterince üstesinden gelebilirse, Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te betimlediği toplumda günümüz Batı toplumunun daha pek çok özelliğini bulacaktır.

Orwell’ın çizdiği resim, hiç kuşkusuz, iç karartıcıdır; hele, Orwell’ın kendisinin de belirttiği gibi, bunun yalnızca düşmanın değil, tüm bir insan soyunun da yirminci yüzyıl sonlarındaki resmi olduğunun ayırdına varırsak. İnsan bu resme iki türlü tepki gösterebilir: ya daha da umutsuzluğa kapılarak ve boyun eğerek ya da hâlâ geç kalınmadığını bilerek ve daha büyük bir açıklıkla ve yüreklilikle karşılık vererek. Sözünü ettiğimiz olumsuz ütopyaların üçü de hem insanı tümüyle insanlıktan çıkarmanın hem de yaşamın sürüp gitmesinin olanaklı olduğu bir resim koymaktadır ortaya. Bu varsayımın doğruluğundan kuşku duyulabilir ve insanın insani özü yok edilirken aynı zamanda insanlığın geleceğinin de yok edilebileceği düşünülebilir. Bu duruma getirilmiş insanlar insanlıktan o denli çıkarılmış ve o denli ruhsuzlaştırılmış olacaklardır ki, ya birbirlerini yok edecekler ya da can sıkıntısı ve kaygılar içinde yaşamaktan ölüp gideceklerdir. Eğer Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ün dünyası yeryüzünün egemen yaşama biçimi olacaksa, dünyamız bir deliler dünyasına dönüşecek, yaşanabilir bir dünya olmaktan çıkacaktır (Orwell bunu, Parti önderinin gözlerindeki delice parıltıdan söz ederek çok ustaca vurguluyor). Hiç kuşkum yok ki, Orwell da, Huxley de, Zamyatin de bu cinnet getirmiş dünyanın gerçekleşmesinin kaçınılmaz olduğunda diretmek istemiyorlardı. Tam tersine, çok açıktır ki, Batı kültürüne kök salmış olan hümanizm ruhu ve vakarın yeniden doğuşunu sağlayamazsak sonumuzun nereye varacağını göstererek bir uyarıda bulunmak istiyorlardı. Öbür iki yazar gibi Orwell da insanın insanlar gibi hareket eden makineler yaptığı ve makineler gibi hareket eden insanlar geliştirdiği yönetsel sanayi sisteminin, insanların nesnelere dönüştükleri ve üretim ve tüketim sürecinin bir eklentisi olup çıktıkları bir insansızlaştırma ve tam bir yabancılaşma dönemine yol açtığını imlemektedir.5 Üç yazar da bu tehlikenin yalnızca Rusya’daki ya da Çin’deki komünizmde var olmadığını, modern üretim ve örgütlenme biçiminin özünde var olan, çeşitli ideolojilerden görece bağımsız bir tehlike olduğunu imlemektedir. Öteki olumsuz ütopyaların yazarları gibi Orwell da bir felaket kâhini değildir. Bizi uyarmak ve uyandırmak ister. Hâlâ umudu vardır – ama Batı toplumunun daha önceki evrelerindeki ütopyaların yazarlarının tersine, umarsız bir umuttur bu. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, bize bu umudun ancak, bugün tüm insanların karşı karşıya oldukları tehlikenin; bireyselliği, aşkı, eleştirel düşünceyi tümden yitirecekleri gibi, “çiftdüşün” yüzünden bunun ayırdına bile varamayacakları bir otomatlar toplumu olup çıkma tehlikesinin kavranmasıyla gerçekleşebileceğini öğretir. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört gibi kitaplar güçlü birer uyarıdır; okuyucu, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü, yüzeysel bir biçimde Stalinci barbarlığın bir başka tanımlaması olarak yorumlamakla yetinir ve bizi de [Batı] kast ettiğini görmezse çok yazık olur."

Türkçesi: Celâl Üster