2008 mayıs'ında yazdığım bir yazımda;
"...
AKP’nin tüm
demokrasi, özgürlük, insan hakları söylemine rağmen yoksullar, emekçiler,
Kürtler, kadınlar, aydınlar, devrimciler için değişen bir şeyin olmaması, tam
tersine çatışmanın açık hedefi durumuna getirilmesi nedeniyle düşünmek ve
düşündürmek gerekir.
Tüm karşı söylemlerine rağmen bir iktidarın kendinden öncekilerin mirasını sahiplenerek hükümet etmesi karşısında; laik-anti laik çatışmasının ötesinde yaklaşımlar açığa çıkarmamızı zorunlu kılıyor.
Türkiye sosyalist hareket ve partileri, emek örgütleri sistem dışı bir muhalif dili ve bakış açısını geliştirmek zorunda. Egemenler arasında taraf olup kendi faşizmini seçmek yerine kendi ideolojik önermelerini oluşturup kitlelerle buluşturmak zorunda. Saldırının büyüklüğü ve yol açtığı (açacağı) yıkım göz önüne alınarak temel yaklaşımlarda işbirliği geliştirmek, bu işbirliğini kalıcılaştırmaya çalışmak kaçınılmaz bir sorumluluktur.
“Faşizme karşı omuz omuza” ve “Kurtuluş yok tek başına, Ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganlarına uygun pratikler oluşturmamız zorunluluktur. Dayatılan faşizm seçeneklerine karşılık sosyalizmi-demokrasiyi seçenek kılabilmek ve faşist dayatmayı kırabilmek sol-emek eksenli bir söylem ve işbirliğini sokağa, günyüzüne çıkartmaktan geçiyor. Türkiye koşullarında sosyalist bir savaşımı örgütleyemiyor, bunu başaramıyorsak ne anlamı var düşünmenin, yazmanın? " demiştim.
şu anda kesin tespitlerde bulunmak için erken olsa da; taksim'de ve taksim merkezli olarak ülkede ayağa kalkan muhalefet tüm renkleri, ayrımları, çelişkileri hatta taleplerindeki değişikliklere rağmen demokrasi ve özgürlükler konusunda birleşmiştir.
akp yaşanan protestoları gezi parkı, topçu kışlası içerisine tutsak etmeye çalışsa da; herkes biliyor ki taksim bir simge, bir semboldür artık. taksim ve taksim eksenli olarak ülkede gerçekleştirilen eylemlerin öncesinde eğitim sistemindeki değişiklikler, imam hatiplerin çoğaltılması, grevleri kırılan işçilerin biriken öfkesi, en basit talebi "ananı da al git"le karşılanan köylünün öfkesi, üniversitelerde yaşanan polis şiddetinin kurumsallaştırılması, alkol düzenlemeleri, yargı kararlarına rağmen sürdürülen HES inşaatları, din ve vicdan özgürlüğüne karşı yapılan saldırılar, cinsiyetçi-sınıfsal-dinsel-mezhepsel-ideolojik ötekileştirmeler, medya üzerindeki baskılar, haksız-hukuksuz gözaltı ve tutuklamalar, kentsel dönüşümün mağdurları, hızla yoksullaşan-işsizleşen kent yoksullarının biriken öfkesi, akp'nin içine düştüğü iktidar zehirlenmesinin yansımaları gibi onlarca olgunun sonucu taksim'dir.
ve akp faşizmi kendi iktidarını, gücünü halkın üzerinde kanıtlama gayretiyle bu denli kör, hesapsız, anlamsız (bir o kadar da anlamlı), yok etmeye dönük şiddet uygulamasaydı bu eylemler büyümeyecekti belki de. toplum "yeter artık" dedi. tüm baskılara, korkutma-yıldırma politikalarına rağmen "yeter artık" diyen toplum bu yüzden "akp istifa" sloganını öne çıkardı. eğer milyonlarca kişi akp'nin daraltmaya çalıştığı gibi yalnızca taksim gezi parkı için sokağa çıkmış olsaydı (ki çıkmazdı) "faşizme karşı omuz omuza", "akp halka hesap verecek" vb. sloganları öne çıkmaz, çıkamazdı.
taksim'de ve taksim eksenli olarak ülkenin tamamına yakınında ortaya çıkan gerçeklik; toplumun biriken öfkesinin patladığıdır. ve ülke tarihimizde eşine pek rastlanmayan biçimde; bir araya gelemeyecek siyasi yapılar, taraftar grupları, dernekler, partiler polis şiddetine, baskılara, tehditlere rağmen taksim taksim bir araya gelerek demokrasi-özgürlük-adalet-eşitlik taleplerini en gür biçimde açığa, meydanlara vurmuşlardır.
1 mayıs 2008'de ve 1 mayıs 2013'te istanbul'da sıkıyönetim uygulayan akp iktidarı 2008 1 mayısı'ndan bu yana devlettir. ergenekon'la, çetelerle, darbelerle savaştığını söyleye söyleye kendisi devlet olan, kendi ergenekon'unu kuran, iktidar paylaşımında gücü eline geçiren tayyip erdoğan ve akp yönetimi 11 yıldır alışık olmadığı ve beklemediği bir şeyle; muhalefetle karşılaşmıştır. bu yüzden şaşkın, bir o kadar öfkeli, hırçın ve acımasızdır. ve bir o kadar da korkak... çünkü; beklemediği hiç hesaplamadığı bir durumla karşı karşıya geldi; halkla, muhalefetle...
mısır'da tahrir meydanında 1 milyon kişi hüsnü mübarek rejimine karşı ayaklanınca "mübarek istifa etmeli. halkın iradesine saygı göstermeli" diyen tayyip erdoğan ve dış politika kurucuları şimdi kendi tahrir'i (taksim'i) karşısında paniklemiş durumda. şiddetin ve acımasızlığın bir nedeni de bu paniktir. 2023-2071 hedeflerinden söz ederken 2014'ü görememe riskiyle yüz yüze kalmıştır. ve arap baharı için kullandığı tüm sözler şimdi kendisi için geçerli duruma gelmiştir. neredeyse ülkenin tüm illerinde "akp halka hesap verecek" "hükümet istifa" sloganları atılırken rahat edemeyeceği kesindir.
çok erken olmakla birlikte; taksim'den ülke geneline yayılan ve taksim taksim çoğalan halk muhalefeti türk baharına dönüşebilir. bunca şiddetin, dökülen kanın, yaralamaların, tutuklamaların, aşağılamanın sonucunun türk baharı olması da olanaklı ve gereklidir.
salim çalık/ 01 haziran 2013
fotoğraflar:sendika.org'dan alınmıştır.